Şimdi
şu kadarcık hayat tecrübende benim senin “baban” olduğumu bilmiyorsun bile
henüz. Sadece çok sıklıkla görüp durduğun, sesini duyduğun, kendince
konuştuğun, belki kokusuna da aşina olduğun bir insanım. Onun için sen rahmine
düştüğün anda “anne” olan annenin yanında belki de ben, sen bana “baba” diyene
kadar bir “baba” gibi hissedemeyeceğim. Şu anda senin bu dünyadaki koruyucun,
hayatı sana bildiği kadarıyla öğretmekle, hayata karşı elinden geldiğince seni
hazırlamakla görevlendirilmiş, seçilmiş, çok şanslı biri gibi hissediyorum. Bir
gün gelecek senin ilk denize dokunmanda yanında olacağım belki. Yüzmeyi,
dalmayı, denizin dibinde dokunmaman gereken canlıları, bisiklete binmeyi ve
hatta düşmeyi, düştükten sonra kalkabilmeyi öğretmeye çalışacağım. Ağaca
tırmanmayı, meyve toplamayı, dikiş ipliği makarası, bir parça sabun ve bir
kibrit çöpünden basit bir oyuncak araba yapmayı, misket oynamayı, çivi atmayı,
ağaç dallarından ok yapmayı, domates, biber, karpuz yetiştirmeyi, hayvan beslemeyi,
belki okumayı, belki güzel yazmayı, oturup kalkmasını, görgü kurallarını… Bir
gün gelecek araba kullanmayı, nasıl çocuk yapıldığını, bilmem neyin vergisinin
nasıl ödendiğini, askerlik görevini yapmanın kutsallığını, doğada nasıl yön
bulunacağını, kayalara tırmanmayı, düğüm atmayı, mızrak yapmayı, ateş yakmayı,
doğaya saygıyı, onunla asla inatlaşmadan uyum içinde nasıl yaşayabileceğini,
onun güzelliklerini nasıl koruyup, onlardan nasıl keyif alabileceğini… Belki
basit şeylerden mutlu olabilmeyi, belki basit bir şey yüzünden acıdan ölecek
gibi hissetmeyi, deli gibi içmek istemeyi… İçmeyi, akşamdan kalmayı, rezil
olmadan sarhoş olabilmeyi… Gelenekleri, görenekleri… Belki de nasıl dünya
vatandaşı olunabileceğini… Saygı duymayı, sevmeyi… Yaşatmayı, yaşamayı, yaşamı
güzel kılan o küçük “an”ların değerini… Dürüst, doğru, kişilikli, prensipli,
adil, vicdanlı olmak kadar çılgın, muzip, maceraperest, cesur, deli olmayı da
belki…
Günün
birinde belki bana gıcık olmaya başlayacaksın. Oturma şeklime, konuşma şeklime,
sesime, belki yeşil biberi, salatalığı ağzımda kıtırdata kıtırdata yiyişime,
belki burun ve kulak kıllarıma, belki de koridordaki ayak seslerime sinir
olacaksın. “Herşeye karışıyor” olacağım belki sana göre. Belki “ne biliyor ki
bugün hakkında?” diye düşüneceksin benim için. Konuşmak dahi gelmeyecek
içinden. Ben seninle konuşurken çok sıkılacak, soğuk terler dökecek, oradan
kaçıp gitmek isteyeceksin. Ben de bir zamanlar kendi babama karşı böyle
hissettiğim zamanlar geçirdim.
Ama
bil ki çok özleyeceksin baba dediğin o kişiyi.
Ve
bil ki ben senin elinden tutarken sokakta yürürken veya caddede karşıdan
karşıya geçerken, benim babam da tutuyor olacak aynı anda elini. Ben senin için
sevinir mutlu olurken o da sevinip mutlu oluyor, senin için endişelenirken ben
bu dünyada o da kendi aleminden endişeleniyor olacak senin için bir şekilde.
Birbirinizi
tanımanızı ne çok isterdim.
Eminim
geçmişte bir zamanlar o çayırda çekilmiş fotoğrafta omzuna güvenle elini
dayamış küçük oğluna düğüm atmayı öğreten babam, sana da daha da büyük bir
mutlulukla neler neler öğretirdi.
Eminim
o da madenlerde, savaşlarda, hapislerde, sokaklarda haksız yere ölen, öldürülen
babalar ve çocukları için üzülür, belki için için ağlardı.
Bana
ve sana adil, akıllı ve vicdanlı bir hayat için önce kendimizi değiştirmemiz
gerektiğini öğütlerdi.
Ben
de sana “Kendini Bil”meni öğütlerken, çocuğu olsun olmasın, hatta kadın ya da
erkek, herkesin “baba bir kişi” olmasını diliyorum.
Hoşgörülü,
sevecen, öldüren değil yaşatan, döven değil koruyan, kollayan, hayat
tecrübesini kendinden sonra gelen nesillerin önüne, onların kendi nesillerini
her alanda geçmeleri, insanlıkta daha da ileri gitmeleri için serebilen “baba”
kişiler…
15.06.2014
15.06.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder